- Paludarium ve Terrarium Bitkileri
- Special Ürünler
- Tarım Ürünleri
- Canlı Akvaryum Bitkileri
- Bitki Bakımı ve Aksesuarları
- Akvaryum Dekorları
-
Faydalı Bilgiler
- Akvaryum Bitkilerinde Beslenme Bozuklukları 1. Bölüm
- Akvaryum Bitkilerinde Beslenme Bozuklukları 2. Bölüm
- Akvaryum Bitkilerinde Beslenme Bozuklukları 3. Bölüm
- Akvaryum Bitkilerinde Beslenme Bozuklukları 4. Bölüm
- Akvaryum Bitkilerinde Beslenme Bozuklukları Tablolar
- Bitkili Akvaryumlarda Işık Seçimi ve Fotosentez
- Örnek Kurulumlar
Listelenecek ürün bulunamamıştır.
Akvaryum Bitkilerinde Beslenme Bozuklukları 2. Bölüm
1.Bölüme genel olarak akvaryum bitkilerinin ihtiyaç duyacağı besinlere kısaca değinmeye çalıştık. Sağlıklı bir gelişim sağlanmak isteniyorsa bu besinlerin akvaryum ortamında sürekli olarak bulundurulması gerektiği aşikârdır. Peki bu besinlerin eksik oldukları yada daha önemlisi hangisinin eksik olduğunun belirlenmesi ise biraz daha gözlemleme ve teorik bilgiye ihtiyaç duyar. Herhangi bir besin eksikliğini analiz edebilme konusunda pek çok önemli husus bulunmaktadır.
Bir bitkili akvaryumda işlerin yolunda gitmesini sağlamak için gerekli olan besin seviyelerinin tespit edilmesinde bitkilerin gelişim durumlarını analiz etmek en etkili yöntemdir. Düşük gelişim akvaryumlarında (Low-Tech, düşük ışıklandırma ve CO2 takviyesiz ortamlar) bitkiler genellikle gözle görülebilir herhangi bir eksiklik belirtisi göstermezler. Ancak hızlı gelişim akvaryumlarında (High-Tech, yüksek ışıklandırma ve CO2 takviyesi) bitkiler o kadar hızlı gelişim göstereceklerdir ki, sıklıkla pek çok besini tüketeceklerdir. Hızlı gelişim akvaryumlarında dahi herhangi bir eksikliği görebilmek için öncelikle en hızlı gelişim gösteren bitkilere göz atmak gerekmektedir. Yavaş gelişim gösteren bir Anubias bitkisinde bir eksikliği tespit edebilmek 1–2 hafta sürebilecekken, hızlı gelişim gösteren herhangi bir Hygrophilia türünde aynı eksiklik 1–2 gün içinde kendini gösterecektir…
Besin eksikliklerinin gözlemlenmesinde bakılacak ilk husus, bozulmanın daha ziyade bitkilerin eski yapraklarında mı yoksa yeni yapraklarında mı olduğunun belirlenmesidir. Bu sayede eksikliğe neden olabilecek mineral türlerinde bir sadeleştirme yapmak mümkün olabilecektir. Bu minerallerin bir kısmı mobil (taşınabilir) besinler olarak adlandırılmaktadır. Bundan kasıt bitkinin ihtiyaç belirmesi durumunda yetersiz olan besini kendi bünyesi dâhilinde eski yapraklarından çekip, yeni çıkacak olan yapraklara taşıyabiliyor olmasıdır. Bunun neticesinde de bu mobil besinlerin yetersizlikleri öncelikle eski yapraklarda ortaya çıkacaktır. Bunların dışında kalan besinlere ise immobil (taşınamaz) besinler denir ki bunlarda eski yapraklardan alınamayacak olan besinlerdir. Bunun neticesinde oluşacak beslenme bozuklukları ise yeni yapraklarda ve gelişim uçlarında kendini gösterecektir. Mobil besinler arasında Nitrojen (N), Fosfor (P), Potasyum (K), Magnezyum (Mg) ve Çinko (Zn) sayılabilir. İmmobil besinler arasında ise Boron (B), Kalsiyum (Ca), Bakır (Cu), Demir (Fe), Manganez (Mn) ve Sülfür (S) yer almaktadır.
Besinlerin bitkiler üzerinde ne işe yaradıkları ve eksiklikleri durumunda nelerin ortaya çıkabileceği tanımlanmaya çalışılmış olsa dahi, bu konu hiçbir zaman için kesin bir bilimsel açıklama olarak verilmemiştir. Bazı beslenme bozukluğu belirtileri pek çok farklı besine karşılık gelebilmektedir. Bazı durumlarda ise bir besinde oluşabilecek yetersizlik yada fazlalık, karşılıklı etkileşim nedeniyle bir başka besinin bitki tarafından kullanılmasına engel olabilmektedir. Ayrıca bir besinin aşırı yetersiz olduğu durumlarda bitkinin göstermiş olduğu işaretler ile aynı besinin daha düşük seviyelerdeki yetersizliği durumunda aynı bitkinin gösterebileceği işaretler birbirinden tamamen farklı olabilmektedir. 2+2’nin her zaman 4 etmediği işte bu ortamda sürekli gözlem ve tecrübenin geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu tecrübeyi edinirken de hangi besinlerin bitkiler tarafından kullanıldığını, hangi besinin ne işe yaradığını, eksikliğinin bitkinin hangi kısmında ve ne şekillerde kendini gösterebileceğini biliyor olmak gerekmektedir. Aşağıda bu doğrultuda sizlerle paylaşmak için hazırladığım bitki besinleri ve beslenme bozukluklarına ilişkin analizlerimi aktarmaya çalışacağım.
Yukarıdaki grafikte akvaryumlarımızda daha bol miktarlarda kullanılan ve beslenme bozukluklarını daha çabuk ve kolay gösteren dal (stem) bitkilerden birisi temsili olarak kullanılmıştır. Bu resimde belli başlı bazı besinlerin eksikliklerinin bitki üzerinde ne gibi sorunlara neden olduğu görülmektedir. Örnekte verilen beslenme bozuklukları bitkiler üzerinde en sıklıkla tespit edilen ve daha ziyada problemin ilk başladığı erken safhalardaki görünümlerini resmetmektedir. Daha önce de değinildiği gibi pek çok nedene bağlı olarak (özellikle ilerlemiş safhalar ve besin grupları arasındaki etkileşim) bu görünüm çok daha farklı şekilde de karşımıza çıkabilecektir.
Şimdi ise sırasıyla bitki akvaryumunda az yada çok bulunması gereken besin maddelerinin her birine biraz daha detaylı olarak değinelim:
(Toplam) Nitrojen (N):
Nitrojen mobil özellikte bir makro besindir. Aşırı düzeylere varan bir eksikliği bitki akvaryumlarında çok nadiren karşılaşılan bir durumdur. Yukarıda toplam deyiminin kullanılmasının nedeni bu elementin sularımızda pek çok farklı formda mevcut olabilmesinden kaynaklanmaktadır. Toplam nitrojen organik ve inorganik formlar olarak iki ana gruba ayrılabilir. İnorganik forma giren türevler arasında nitrat (NO3-), nitrit (NO2-), iyonlanmış amonyak (NH4), iyonlanmamış amonyak (NH3+) ve nitrojen gazı (N2) sayılabilir. Amino asitler ve proteinler ise organik formu oluştururlar. NH4 ve NO2- dışında kalan nitrojen türevleri aşırı yüksek değerlere ulaşmadığı sürece faunaya zarar vermezler. Bitkilerin her türden nitrojen kaynağını kullanabileceği bilinen bir gerçektir. Örneğin NH4 bitkilerin daha kolay kullanabildiği bir nitrojen kaynağı olmasına rağmen alglerin de en fazla tercih ettiği besin kaynağıdır ve bitkilere göre çok daha hızlı tepki vermektedirler. NH4 seviyelerindeki bir yükselmeye algler birkaç saat içinde karşılık vereceklerdir ve genellikle yeşil su oluşumu kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle NH4 içeren bazı tablet gübreleri, saksı bitkileri için kullanılan torf ve benzeri maddeler ile karasal bitki gübrelerinin kullanılması tavsiye olunmaz. Nitrifikasyon bakterilerine barınma imkanı sağladığı ve dolayısıyla da suda oluşabilecek NH4 fazlasının daha basit türevlere dönüşmesini sağlayacağı için bitkili akvaryumlarda biyolojik filtrasyon ve büyük filtreler kullanılması tavsiye edilmektedir. Bitki ve alglerin varlığını sürdürebilmesi için son derece büyük öneme sahip bir temel besin grubudur. Bitkilerin enzimleri, proteinleri ve amino asitleri üretebilmesinde (dolayısıyla varlıklarını sürdürebilmelerinde) temel yapı taşıdır. Toplam nitrojenin yetersiz kalması durumunda bitki ve alglerin gelişimlerinin de yavaşladığı bilinmektedir. Nitrojen yetersizliğinin ortaya çıktığı durumlar toplam nitrojen (TN) oranının, toplam fosfata (TP) olan oranının 10 ve altında olduğu durumlardır (yani TN/TP < 10). Fosfat yada potasyum gibi besinlerdeki bir yetersizlik gelişimi yavaşlatırken, nitrojen yetersizliği gelişimi tamamen durdurabilir ve ardından tümden bozulmayı başlatabilecektir. Nitrojen seviyelerinin (NO3 göz önünde bulundurulursa) 10ppm seviyelerinin altına düşmemesi, 15-20ppm civarında tutulması tavsiye olunur. Bu eksikliğin belirmesi durumunda bitkilerde ortaya çıkacak olan gelişim bozuklukları ise öncelikle yaşlı yapraklarda kendini gösterecektir. Bu yapraklarda açık yeşilin ardından sarıya dönen bir renk değişimi gözlenecek ve bitki genel olarak daha açık yeşil bir renge sahip olacaktır. Aynı sararma dallarda da görülebilecek ve dallar daha cılızlaşacaktır. Yetersizliğin çok ileri safhalara varması durumunda yaşlı yapraklarda ölüm başlayacaktır. Antosiyanin (renk verici bir pigment) içeren bitkilerde ise yapraklarda kırmızımsı bir renk gözlemlenebilir. Daha genç yapraklarda ve yeni sürgünlerde ise erken yaşlanma ve sararma ortaya çıkarken büyüme çok yavaş olacak ve durabilecektir.
(Toplam) Fosfor (P):
Fosfor mobil özellikte bir makro besindir. Bu besin bitki akvaryumlarında hep yanlış anlaşılmış ve alg oluşumuna neden olan ve pek fazla bir faydası olmayan bir element olarak değerlendirilmiştir. Yüksek ışığın algin nedeni olduğunun söylenmesi gibi bu da eski ve geçersiz bir teoridir. Tüm canlı organizmaların bünyesinde fosfor mevcuttur. Hücre membranlarının bir bileşeni olarak, bir enerji kaynağı olarak, DNA ve RNA üretimine imkan veren bir element olarak, kök oluşumu, çiçeklenme ve tohumlanmanın en önemli unsuru olarak ve pek çok diğer bio-kimyasal proses açısından büyük önem taşır. Fosfor organik ve inorganik fosfat olarak iki farklı formda mevcut olabilmektedir. Organik formuna örnek olarak balık artıkları, yemler, bozulan bitki parçacıkları, bakteriyel prosesler kaynak olarak gösterilebilir. İnorganik formuna ise dışarıdan takviye edilen gübreleri, pH sabitleyicileri örnek verebiliriz. Organik fosfat herhangi bir hücrenin direk olarak bir bileşeni yada bir başka element(ler)le reaksiyona girerek oluşturduğu yeni bir bileşen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu türden fosfatın kullanılabilmesi için bakteriler tarafından parçalanması gerekecektir. İnorganik fosfat ise bitkilerin direkt olarak kullanabileceği türdür. Standart akvaryumlarda bulunan fosfatın %90’dan fazlası organik fosfattır. Örneğin 5 gramlık bir pul yem sudaki organik fosfat seviyesini 0,4ppm artıracaktır. Piyasadan edinebileceğiniz bir test kiti sudaki toplam fosfatı değil sadece kullanılabilir inorganik fosfat seviyesini gösterecektir. Bitki gelişimi için gerekli olan tüm diğer faktörlerin mevcut ve yeterli olduğunu farz edersek fosfor eksikliği sadece gelişimi yavaşlatacaktır. Nitrojen eksikliğindeki gibi gelişim tamamen durmayacaktır ancak gelişimi yavaşlatmanın yanı sıra diğer besinlerin de alınmasını ve kullanılmasını durdurabilecektir. İşte bu aşamada alg oluşumu tetiklenmiş olacaktır. Bitkili akvaryumlar bitki miktar ve çeşitliliği, ışık ve diğer etkenler açısından farklı düzeylerde gereksinimler gösterseler de fosfor (PO4) seviyelerinin 0,5-2ppm aralığında tutulması tavsiye olunur. Fosfat eksikliği tüm mobil besinlerde olduğu gibi kendisini yaşlı yapraklardan göstermeye başlar. Yaprak uçlarından ve kenarlarından başlayarak, yaprak damarlarının arasına doğru yayılan bir sararma görülecektir. Daha ileri aşamalarda yaprak dökülmeleri gözlemlenebilir. Yeni yapraklara ve yaprak oluşumuna bakılacak olursa oldukça büyük bir yavaşlama görülecektir. Renkli bitkiler yeşil kalabilirken, yeşil bitkiler ise daha koyu yeşil bir renk alacaklar ve boyut olarak daha küçük kalacaklardır. Bu koyu renk bazı durumlarda fosfatın demir ile reaksiyona girmesi ve fosfatın kullanılamaz hale gelmesi neticesinde de ortaya çıkabilmekte ve ardından bitkinin ölümüne neden olabilmektedir. Çiçek ve tohum oluşumu tamamen duracaktır.
Potasyum (K):
Potasyum mobil özellikte bir makro besindir. İleri düzey hobiciler tarafından genellikle potasyum seviyeleri 10-20 ppm aralığında tutulmaya çalışılmaktadır. Ancak güvenilir potasyum test kitlerini bulmak pek mümkün olmadığı gibi bu konuda hangi değerlerin ideal değerler olduğuna dair kesin bir bilgi de bulunmamaktadır. Gene de bu konuda bir avantajımız olduğu söylenebilir. Çünkü potasyumun fazlasının herhangi bir zararına yada olumsuz bir etkileşimde bulunduğuna dair kesin bir bulgu yer almamaktadır. Piyasada yer alan hemen her ticari üründe potasyum bol miktarda bulunabildiği gibi kendi hazırlayabileceğiniz gübreler için hammadde bulunması da oldukça kolaydır. Potasyum diğer makro besinlere göre genellikle hakkında daha az bilgi sahibi olunan (bu nedenle sıklıkla da ihmal edilen) ancak bitki bünyesinde son derece hayati öneme sahip bazı fonksiyonların yerine getirilmesi için anahtar rolü olan bir elementtir. Bu elementin daha iyi tanınabilmesi için bitki üzerinde etkisi olan fonksiyonlara yakından bir bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum:
Enzim aktivasyonu: Enzimler bir takım kimyasal reaksiyon için katalist olarak kullanılırlar. Bir reaksiyonun oluşabilmesi için diğer bazı molekülleri birleştirirler. Potasyum bu şekilde bitki gelişiminde yer alan 60 farklı enzimi harekete geçirir. Potasyum bu işlemi gerçekleştirirken enzim moleküllerinin fiziksel yapılarını değiştirerek kullanılabilir hale gelmesini sağlar. Ayrıca bitki bünyesinde yer alan pek çok organik anyonu ve diğer bazı bileşenleri nötrleyerek, bitki bünyesinde enzim reaksiyonları için optimum seviye olan 7-8 pH değerinin oluşmasını sağlar. Hücre içinde yer alan potasyum miktarı kaç enzimin aktive edilebileceğini ve kimyasal reaksiyonların hangi oranda gerçekleşebileceğini belirler.
Stomatal aktivite: Bitki yapraklarının alt yüzeylerinde yer alan ve karbondioksit, su ve oksijen alış verişini sağlayan gözeneklere stomat adı verilmektedir. Bu stomatların açılıp kapanmalarını düzenlemesi açısından bitkiler gene potasyuma ihtiyaç duyarlar. Bu stomatların düzenli çalışabilmesi, fotosentez, su ve besin iletimi ve bitkinin soğutulabilmesi açısından hayati önem taşır.
Fotosentez: Potasyumun fotosentezdeki rolü biraz karmaşıktır. Potasyum tarafından enzimlerin harekete geçirilmesi ve bu şekilde adenosin trifosfat (ATP) üretimine müdahil olması fotosentez hızının ayarlanması üzerinde etki etmektedir. Bu etkisi muhtemelen potasyumun stomatal aktivite üzerindeki etkisinden daha önemlidir. CO2 ve suyu bir araya getirerek şekeri oluşturabilmek üzere ışık enerjisi kullanılırken, ilk aşamada açığa çıkan enerjiye ATP adı verilir. Daha sonra ATP pek çok farklı kimyasal reaksiyon için enerji kaynağı olarak kullanılır. ATP üretimi esnasındaki elektriksel yük dengesi potasyum iyonları tarafından sağlanır. Bitkiler potasyum yetersizliği ile karşılaştığında fotosentez hızı ve ATP üretim hızı düşer ve ATPye bağımlı olan tüm fonksiyonlar da yavaşlar. Aksi durumda ise bitkinin solunumu artar ve bir aşamadan sonra bu durum bitkinin gelişim ve büyümesini yavaşlatabilir. Akvaryumlarımızda gördüğümüz pek çok bitkide, yapraklar ışığa doğru tam açılarak daha fazla ışık alabilmeye çalışırlar yada aksine ışıktan zarar görmemek için yukarı yada aşağı doğru kapanırlar. Bu sayede fotosentez hızını da ayarlayabilirler. Yapraklarda görülen bu hareketlenme de gene potasyumun belirli bazı dokularda içeri yada dışarı doğru hareket ederek turgor basıncını kontrol edilebilir bir şekilde değiştirmesiyle mümkün olmaktadır.
Şekerin taşınması: Fotosentez sırasında üretilen şeker kullanım veya depolama maksatlarıyla bitki bünyesinde farklı yerlere taşınmak zorundadır. Bitkilerin bu taşıma sistemi için kullandıkları enerji de ATP enerjisidir. Aynı şekilde eğer potasyum yetersizse, daha az ATP ortaya çıkacak ve bu taşıma sistemi kesintiye uğrayacaktır. Şekerin yanı sıra aynı mantık çerçevesinde su, nitrat, fosfat, kalsiyum, magnezyum ve amino asitlerin de taşınabilmesi güçleşecektir. Dolayısıyla bu taşıma sisteminin düzgün işeyebilmesi açısından da bol miktarda potasyum gereklidir.
Protein sentezi: Protein sentezinin hemen her adımında potasyuma ihtiyaç duyulmaktadır. Yeterli potasyum olmasaydı, bitki gelişim proseslerinin tümünün ayarlanabilmesi için gerekli olan protein ve enzimlerin üretilmesinde gereken bitki hücrelerinde yer alan genetik kodlarda oluşamazdı. Potasyum yetersizliğinin olması durumunda kullanılabilir nitrojen ne kadar bol olursa olsun protein sentezi mümkün olamaz. Bunun akabinde ise protein hammaddeleri olan amino asitler, amitler ve nitratlar birikmeye başlayacaklardır.
Nişasta sentezi: Nişasta sentezi için gereken enzim de diğer pek çok enzim gibi potasyum tarafından harekete geçirilmektedir. Yetersiz potasyum seviyelerinde, nişasta miktarı düşerken, karbonhidratlar ve nitrojen bileşenleri artmaya başlayacaktır. Yüksek potasyum seviyelerinde nişastanın üretildikleri bölgelerden depolanma bölgelerine taşınmaları da daha etkin olacaktır.
Yukarıda kısaca değindiğimiz fonksiyonların ardından potasyumun ne kadar önemli bir besin olduğu gayet açıktır. Şimdi son olarak bu besinin eksik kaldığı durumlarda bitkilerin göstereceği belirtileri özetleyelim. Potasyum yetersizliğinin en karakteristik belirtisi yavaşlamış bitki gelişimi, yaprak kenarlarında sararma yada yanmış gibi bir görünüm ortaya çıkmasıdır. Bir başka belirti olarak dallarda ve yaprak saplarında zayıflamayı da sayabiliriz. Daha ileri aşamalarda eski yapraklar üzerinde ölü bölgeler ortaya çıkmaya başlar. Bu bölgeler giderek genişleyen noktacıklar/delikler olarak fark edilebilir. Daha ileri aşamalarda yapraklar, damarlar da dahil olmak üzere tamamen sararak ölürler.
Kalsiyum (Ca):
Kalsiyum immobil özelikte bir makro besindir. Bu nedenle bu besinin eksikliği tamamen yeni yaprak oluşumu ve gelişim uçlarında kendini göstermektedir. Kalsiyum eksikliği aşırı derecede yumuşak suların yada sadece ters ozmoz sularının kullanıldığı akvaryumlar dışında pek rastlanılan bir durum değildir. Ancak daha sık karşılaşılan bir durum olarak aşırı sert sularda yüksek kalsiyum seviyeleri diğer bazı besinlerin, özellikle de potasyumun alınmasını/kullanılmasını kısıtlayabilmektedir. Piyasada bulunan test kitleri tamamen tuzlu su akvaryumlarında kullanılmak üzere tasarlanmış ve tatlı su akvaryumları için bu türden bir uygulama olmadığından belli bir seviye kriteri de belirlenmemiştir. Ancak GH testleri kullanılarak suyun toplam sertliğinden hareket edilerek bir sonuca varmak mümkündür. Suyun toplam sertliği, hemen her zaman hem kalsiyum hem de magnezyum elementlerinin aynı anda varolduğu kabul edilerek düşünülebilir. Aksi durumlar son derece kısıtlı ve tamamen göz ardı edilebilecek durumlardır. Bu noktadan hareketle 4-7 derece arasındaki bir GH değeri hemen hemen tüm bitki türleri için yeterli kalsiyum miktarının suda mevcut olduğu sonucunu verecektir. Kalsiyum elementinin akvaryum ortamında yetersiz olması neticesinde bitkilerde ortaya çıkabilecek beslenme bozukluklarını 3 aşamada ele alabiliriz. Kalsiyum yetersizliğinin çok düşük seviyelerde olduğu yada sorunun ilk günlerinde karşılaşılabilecek sorunlar arasında küçük ve deforme olmuş yaprak oluşumunu, ana damarlar normal görünürken yaprak dokularının zayıflamasını, yaprakların düz görünmek yerine içe doğru bükülmesini sayabiliriz. Orta seviyelerdeki kalsiyum yetersizliklerinde ise ilk aşamanın ardından boyut olarak küçülmüş yapraklarda birdenbire beliren eğilme ve bükülmeler, yeni yapraklar üzerinde beyaz bölgeler ve yaprak kenarları gözlemlenebilecektir. Aynı zamanda kökler kısalıp, büzüşecekler ve kök uçları ölmeye başlayacaktır. Bu aşamada Vallisneria türlerine has bir bozukluk olarak, sanki daracık bir alanda sıkışarak gelişimini sürdürüyormuşçasına yaprakların kıvrılıp, birbirlerine dolandıkları görülebilir. Üçüncü ve son aşama olarak ileri düzeylerdeki yetersizlik durumlarında, yeni yaprakların neredeyse tamamen beyaz bir şekilde çıktıkları, yaprakların normal bir görünümden çok uzak, küçük toparlak oluşumlar halinde kaldıkları ve son olarak hem bitkilerin gelişim uçlarının hem de kök uçlarının tamamen öldükleri görülebilecektir.
Magnezyum (Mg):
Magnezyum mobil özelikte bir makro besindir. Bu nedenle bu besinin eksikliği daha ziyade eski yapraklarda kendini göstermektedir. Magnezyum eksikliği de kalsiyum gibi aşırı derecede yumuşak suların yada sadece ters ozmoz sularının kullanıldığı akvaryumlar dışında pek rastlanılan bir durum değildir. Piyasada bulunan test kitleri aynen kalsiyum testlerinde olduğu gibi tamamen tuzlu su akvaryumlarında kullanılmak üzere tasarlanmış ve tatlı su akvaryumları için bu türden bir uygulama olmadığından belli bir seviye kriteri de belirlenmemiştir. Ancak GH testleri kullanılarak suyun toplam sertliğinden hareket edilerek bir sonuca varmak mümkündür. Suyun toplam sertliği, hemen her zaman hem kalsiyum hem de magnezyum elementlerinin aynı anda varolduğu kabul edilerek düşünülebilir. Aksi durumlar son derece kısıtlı ve tamamen göz ardı edilebilecek durumlardır. Bu noktadan hareketle 4-7 derece arasındaki bir GH değeri hemen hemen tüm bitki türleri için yeterli magnezyum miktarının suda mevcut olduğu sonucunu verecektir. Ancak burada magnezyum takviyesi yapılırken dikkate alınması gereken bir husus vardır. O da, bir birim kalsiyumun GH üzerindeki yükseltici etkisi bir birim olurken, bir birim magnezyumun yükseltici etkisi ise dört birim olacaktır. Magnezyum elementinin akvaryumunuzda yetersiz olması durumunda karşımıza çıkacak olan beslenme bozukluklarına yapraklarda bölgesel yada noktasal olarak sararmanın başlamasını, damarlar yeşil kaldığı halde yaprak kenarlarının ölmesini, antosiyanin (renk verici bir pigment) içeren bitkilerde ise yapraklarda kırmızımsı bir renk gözlemlenmesini sayabiliriz. Saz gibi tek kökten çıkan yapraklarda yaşlı/eski yaprakların ölümü sıklıkla görülmektedir.
Sülfür (S):
Sülfür immobil özellikte bir makro besindir. Yetersizlik durumunda gelişimin duraklaması, eksi yapraklar rengini korurken yeni yaprakların solgun bir sarı renge dönüşmesi gözlemlenecektir. Eksikliğinin tespiti pek mümkün olmasa da bitki akvaryumlarımızda kullandığımız makro besin takviyeleri ve şebeke suyumuz genellikle yeterli miktarlarda bu besini ihtiva etmektedirler.
Listelenecek ürün bulunamamıştır.